ALADAĞ YERKÖPRÜ / KÜP ŞELALELERİ GEZİ NOTLARI
Adana’nada meşhur bir söz vardır “Aladağ’dan serin” diye. Her
ne kadar bu söz, rahatlıkta zirve yapmış, vurdumduymaz insanlar için söylense
de Aladağ, gerçekten de Sıcak Adana’nın oldukça
serin bir ilçesidir. İlçenin girişindeki tabelada ,”Serin olun Aladağ’dasınız”
sözü, Aladağlı’ları ve yaşadıkları toprakları en güzel şekilde ifade ediyor
doğrusu. İlçenin serinliğinin asıl sebebi,
sırtını dayadığı Aladağlar’dan
kaynaklanıyor olsa da bir diğer sebebi ilçe
sınırlarından geçen Zamantı Irmağı’dır. Kayseri’nin Şerefiye köyünden doğan
ırmak, Adana’ya seksen kilometre kala, Aladağ ilçesinde Seyhan nehriyle
birleşene kadar, kıvrım kıvrım akarak
karşımıza tarifsiz güzellikte doğa manzaraları sunmakta. Küp köyü
yakınlarındaki Küp (Yerköprü) şelaleleri de bu muhteşem güzelliklerin yansıması
olarak karşımıza çıkıyor. Bu güzelliklere ulaşmak için Adana’dan yüz yirmi
kilometrelik bir mesafeyi aşmayı göze almalısınız. İmamoğlu ilçesinde
vereceğiniz bir mola yolculuğunuzu oldukça kolaylaştıracaktır.
Mersin Doğa
Sporları Kulübüyle yaptığımız Küp şelaleleri gezisiyle, cenneti aratmayan güzelliklerin içine dahil olduk. Hiçbir
doğaseverin görmeye kayıtsız kalamayacağı şelaleler silsilesi, bu güne kadar
gördüğüm şöhretli şelalelere taş çıkartır nitelikte olduğunu söylesem abartmış
olmam. Hani bazen, ilk kez resimlerde gördüğünüz bir yeri, günün birinde görme
şansını yakaladığınızda , “Resimlerdeki kadar güzel değilmiş” dediğiniz
olmuştur. Ama bu sefer ben, kendi adıma bunun tam tersini yaşadım. Evet, şelaleler resimlerde de mükemmeldi ama,
sanırım bugüne kadar hiçbir fotoğraf makinesinin objektifi, çıplak gözle gördüklerimi yansıtacak yeterlilikte
olmamıştır.
Yedi-sekiz yüz metrelik bir alan içerisinde
yer alan şelaleler, adeta cennetin dünyadaki uzantısı gibi. Şelaleleri görmek
için yoldan Zamantı ırmağının vadisine doğru inmek gerekiyor. Yukarıdan
bakıldığında, vadideki bu güzellikleri görmek mümkün değil. Saklı bir cenneti
andıran şelaleleri gezmeye en kuzeyden başladık. Suların araziye dağılarak
aktığı bir alandan serin suların içinde yürüyerek ilk şelaleye ulaştık.
Gördüğümüz tüm şelalelerin ortak özelliği, suyun aktığı yüzeylerin yeşiline
bakmaya doyamadığınız bir yosun örtüsüyle kaplı olmasıydı. Akan suların soğuğunu
sanırım hatırlatmaya gerek bile yok. Zamantı ırmağının hırçın akan sularında
yüzmek, bir çok yerde mümkün olmasa da ulaştığımız ilk şelale bize bu
imkanı verdi. Gezi ekibi olarak suyun içerisinde çocuklar gibi eğlendik. Hayatında
ilk kez suyla karşılaşmış insanlar topluluğu görüntüsünü sergiledik.
İstemeye istemeye de olsa ilk şelaleden hafif bir yokuş tırmanarak ikinci şelaleye ulaştık. İlkine göre ikinci şelaleye inmek biraz daha güç oldu. Gördüklerimi anlatmaya hiçbir tasvirin gücü yetmez sanırım. Doğal olarak oluşmuş boru görünümlü bir sarkıtı andıran yerden, şiddetli bir su akıyordu. Dünyanın en güzel seslerinden biri olan su sesinin duyulabileceği, inanılmaz bir yerle karşı karşıyaydık. Buranın hemen yanındaysa dik kayalardan yağmur gibi süzülen billur suların büyüsüne kapılmamak mümkün değil. Nehirdeki su, bu bölgede hızını oldukça arttırdığından yüzme imkanımız olmadı. Ama suyun tadının çıkarıldığı en güzel yer de burası oldu. Boru görünümlü bir yerden şiddetli ve yoğun bir şekilde akan suyun altına cesareti olanlar girdi.
Görülmesi
gereken yerlerden sonuncusuna da güneye
doğru üç yüz metre yürüdükten sonra ulaştık. Burası, Zamantı suyunun binlerce yıllık mücadelesini
gözler önüne seriyor. Örneğine dünyada az rastlanan, suların aşındırması sonucu
oluşmuş doğal bir tünelle karşı karşıyaydık. Yirmi metre kadar uzunluğa sahip tünelin genişliği üç metre,
yüksekliği ise yaklaşık beş metre. Su, tünelin içinden öyle hızlı akıyordu ki
ekibimizden hiç kimse bir uçtan diğer uca yüzmeyi göze alamadı. Bizi asıl
korkutan aslında tünelin aşınmış yan yüzeylerinin bilinmezliğiydi. Yine de yüzme sevdamızdan vazgeçmeyip,
tünelin çıkışında doyasıya yüzdük. Aynı noktadan gizemli tünelin içine kadar da
yüzmeyi ihmal etmedik. Bu içilecek kadar berrak sularda yüzmenin verdiği heyecanı,
bugüne kadar başka sularda yaşamadım
doğrusu.
Ülkemizde
doğal güzellik olarak karşımıza çıkan nadide yerlerin, korunması ve gelecek kuşaklara
bırakılmasının maalesef hiçbir garantisi yok. Böyle bir kaygıya kapılıyorum. Çünkü
Küp Şelalelerinin aşağısında şu ana kadar üç tane hes kurulmuş bile. Umarım bir
dördüncüsünün daha kurulup şelalelerin yok edilmesine izin verilmez.
Tahrip edilen
doğa, aklıma Sait Faik’in “Son Kuşlar” öyküsünü getirdi. Sait Faik, bu öyküyü
yazdığı yıllarda, yok etme kültürü o zamanlarda yeni yeni filizlenmeye
başlamıştı. Memleket üzerinde tahrip
edici eller yine iş başındaydı. “Son
Kuşlar” öyküsünü Büyük Öykücümüz şöyle tamamlar : “Kuşları boğdular, çimenleri
söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde
gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer
lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da
göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak.”
Doğada sadece
ayak izimizi bıraktığımız günlerin yakın olması dileğiyle…
http://serdaringezinotlari.blogspot.com/
Yorumlar
Yorum Gönder